Selâmün Aleyküm.
3 Şubat’ta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) enflasyon rakamlarını yani son bir ayda ve son bir yılda tüketimimizin ne kadar pahalandığını ifade eden rakamları açıkladı. TÜİK’e göre tüketici fiyatlarında meydana gelen yıllık ortalama artış oranı TÜFE %48,69 (Enflasyon Araştırma Grubu ENAG'a göre ise %114,87), üretici fiyatlarında meydana gelen yıllık ortalama artış oranı ÜFE %93,53 oldu.
TÜİK, web adresinde konuyla ilgili çok teferruatlı bilgi paylaşımı yaptığından, burada hangi ürün ne kadar artmış mukayesesine girmeyeceğim. Bizim asıl konumuz bu artışlar daha ne kadar ve ne zamana kadar sürecek?
Ekonomist değilim. Ekonomistlerin kullandığı kelimeleri yazarak da izahatta bulunacak değilim. Ama ÜFE, TÜFE’den bu kadar yüksekse zamların devam edeceğini bilecek kadar da ekonomik bilgiye sahibim. Şöyle (hani derler ya “ilkokul öğrencisine anlatır” gibi) basit bir örnek vererek konuyu izah edelim (ÜFE %94, TÜFE %49 alındı):
Geçen sene Ocak ayında A ürününü 100 liraya üreten X üreticisi, bu sene 194 liraya üretmiş, ancak tüketiciye 149 liraya satmış. Üretici 45 liralık farkı hayrına bağışlamadıysa, tüketiciyi düşünerek satış fiyatını düşürmediyse 45 lira zarar etmiş oluyor. (Ki hiçbir üretici bilerek ve kasten üretim maliyetinden daha ucuza satış yapmaz. Hem neden yapsın ki?)
Bu örnekten yola çıkarak şunu diyebiliriz; TÜFE’nin belli bir periyoda kavuşması ya da kısmen duraksaması için öncelikle ÜFE ile TÜFE arasındaki farkın kapanması gerekiyor. Yani ÜFE artışı TÜFE’den daha düşük olmalıdır. Peki bu fark nasıl kapanacak?
Bu sorunun cevabı “ÜFE’yi tetikleyen ne?” sorusuna verilen cevapla aynı olacağından, bu soruya cevap arayalım.
24 Ocak 2022 tarihli Tarih Bilinmeden başlıklı yazımızda 24 Ocak 1980 Kararlarından bahsetmiş, bu kararlar ile “Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonların kaldırıldığını, KİT'lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünlerini destekleme alımlarının sınırlandırıldığını” yazmış “O günlerden bugünlere geldiğimizde, Ak Parti iktidarı da Özal’ın başlattığı Neoliberal Ekonomi Modelinin en büyük uygulayıcısı olmuştur” tespitinde bulunmuştum.
Özal’la başlayan ve Erdoğan’la devam eden özelleştirmeler sonrasında, devlete ait olan kamu kurum ve kuruluşları özelleştirildi ve akabinde de devlet otoritesine ait olan fiyat belirleme yetkisi özele devredilmiş oldu. Neoliberal Ekonomik Modeli en acımasızca uygulamaktan imtina etmeyen ve uluslararası sistemin de bir parçası olan özel kuruluşlar da vatandaşın alım durumunu hiç önemsemeden (maliyette oluşan artışlar nedeniyle) sürekli ürünlere zam yapar hâle geldiler. (Özelleştirmelerle birlikte tarımda sübvansiyonların kaldırılması/azaltılması, mazot/gübre/ilaç/tohum/tarım makinesi/su/yem/sigorta fiyatlarının yüksekliği, üretim maliyetlerini artırmaktadır.)
Ülkemizin ithalat rakamları oldukça yüksek. İktidar her ay ihracat miktarını “yeni rekor” söylemi ile söyler (bu ihracat miktarının da ne kadarı üretimden ne kadarı transferlerden oluşmuş bunu bile söylemez) ama ithalat miktarımızdan ve cari açığımızdan hiç bahsetmez. Üzülerek ifade etmek isterim ki; Ticaret Bakanlığı’nın, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın çizmiş olduğu gibi tozpembe bir ihracat rejimimiz yok maalesef. Üretime dayalı ihracat kalemlerimizin oranı, ihracat tablosunda her geçen gün biraz daha azalmakta.
Gerek tarım gerekse de sanayi ürünlerinde, üretime dayalı ekonomik modele geçmediğimiz müddetçe, ithalatımız her geçen gün biraz daha artmaya devam eder, bu da üretim maliyetlerimizin artmasına sebebiyet verir. Fiyat artışını durdurmanın ilk şart yolu ithalat yerine üretim yapmaktır.
İkinci şart ise alım gücünün yüksek olmasıdır. Bir ülkenin kişi başına düşen millî gelirinin yüksek olması, adil paylaşım yapılmadığı müddetçe bir anlam ifade etmez. Ülkemizde piyasayı ayakta tutan memur, işçi, emekli ve köylüdür. Bu kesimlerin alım gücü yüksek olduğunda piyasada alışveriş olur ve bir döngü ile üretim de artar.
Hâl bunlardan ibaretken Neoliberal Ekonomik Modelin savunucuları ısrarla bu gerçeği ifade etmekten kaçınırlar ve her yaşanan ekonomik krizlerin çözümünü de yine aynı sistem içerisinde ararlar. Her anlık çözüm aslında bir sonraki krizinde habercisi oluyor aslında. Her on yılda bir sarsan, her yirmi yılda bir büyük ekonomik kriz yaşamamızın temel nedeni bu sistemdir aslında.
3 Ocak’ta açıklanan enflasyon rakamlarından sonra Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi Başkanı Prof.Dr.Göksel Aşan, Şubat’ta açıklanacak enflasyonun negatif olacağını iddia etmişti. Negatif Enflasyon tahmini tutmayınca da “Maliyet şoklarına uğratacak hareketlerin olmayacağını bekliyordum” diyerek güya kendini savundu.
Hâlbuki Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi Başkanı Prof.Dr.Göksel Aşan’ın, maliyet ve tüketim fiyatları artışında en önemli faktörlerden olan ve 1 Ocak’tan itibaren yüksek oranda zamlanan elektrik, doğalgaz, akaryakıt, harç, vergiler vb nedenlerin, maliyet şoklarına uğratacak hareketler olacağını beklemesi gerekirdi. (Böyle olacağını kanaatimce çok da iyi bilmesine rağmen, konumu gereği tam tersi açıklama yapmak zorunda kalmış gibi hissettim. Zira faizi sonuç olarak kabul edenler bile makamlarını kaybetmemek için son zamanlarda sessizliğe büründüler.)
2018 seçimlerinde Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu iktidarın gerek özelleştirme gerekse de yatırıma yönelik politikalarını, “Bir Kızılderili deyişiyle bu arkadaşlara seslenmek istiyorum; Son fabrika satıldığında, son üretici toprağını terk ettiğinde, beyaz Ak Partili adam beton ve asfaltın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” sözleriyle eleştirince, biraz garip karşılamış olsak da yaşadığımız krizler sonrasında haklı olduğunu anlamış olduk.
Tüketimimizi ucuz ve kaliteli yapmamız, üretim maliyetlerimizin düşmesine bu da ancak ekonomik sistem değişikliği ile mümkündür.
“Narh Sistemi’ni” hiç duydunuz mu?
Selam ve dua ile...
bayrakgazetesi.com.tr 'de ülke'ye dair önemli haberleri, Son dakika haberlerini ve ülke ile ilgili gelişmeleri, hava durumu ve namaz vakitlerini bulabilirsiniz.
#
#
#
#